21 Ağustos 2007 Salı

Azınlık kalmış melekler
Erkin Koray çalgılarını hatırlatan sürmeli Arap gözlerini içime içime çekerken günü batmaz bir sigara alevlemecesi oynuyordum. Kendi kendime bırakıyor; fakat daima bir başlama ihtimalim olmasından ötürü kimseye söylemiyordum vedalarımı. Sigarayla ayrılmak demek parasızlıktan ayrı düşmek gibiydi aslında. Bir müddet sevgiliyi başkalarından otlaklamak kadar hem aşağılık hem kutsal bir acziyet kabullenişi kokuyordu nefesim o zaman. Bir oktavlık sesimle suskunluğa sığınmaktı içimi uyutamadığım geceler. Yarının sabahında attığım yerden toplayacağım bütün izmaritler bir bir beni bağıracaklardı annemin yüzüne. Sigara koyusuyla sulandırırken ellerimi, sümüğünü koluna çalan çocuklarcasına terlemişti alnım. Sırtım buz gibiydi sıcacık yaz gecesinde. Kendimi ıslak hayallere daldırsam kulunç saplanacak gibiydi akciğerlerime. Ve yüreğime. Siyahlar içinde daha da siyahlaşan göz bebeklerinin işaret ededurduğu peygamber sürmesinde saadet asrı değil cahiliyye ağıdı vardı sanırım. Böylece okumakdan korktum. Şarkının sessini sonuna kadar açtım. Keman geçişleriyle süslenen boşlukları daha dokunaklıydı şarkının. Vaftiz çocuğunun etrafında gezinen müslüman melekleri göremiyordu tahrif edilmiş ebeveyn. Annede günü batmaz yalanlarıyla umuda serpiştirilmiş medeni cesaretler, babada bir yaz günü çimlerin üzerinde herkesin içinde kadınını öven sözlerle belgelenmiş nikah avuntuları vardı. Oysa sen melekleri görebiliyordun. Büyüyünce unutacağıın melekler sana ailene bizlerden bahset, diyorlardı. Hatırlar mısın? Bizim şarkılarımızda hem bir kanadı koparılmış Arap'ın cahil saadeti, hem ariflerin kitabını Bağdat'ta yakan, Fırat'ta ıslatan ve üçüncü sınıf karikatür dergilerinde Peygamber'in yetimleri okşayan ellerine kendi icat ettikleri bombaları çizen batılı aydınların ağıtı vardı. Bizim şarkılarımızda bizler ne yazık ki kendilerine sıkılacak kurşunu başkalarına icat ettiren, zeytinyağı ve nargile seven bir milletin sükunetiyle, meleklerin saf saf yeryüzüne indiği gecelerde bile sabaha günahı açığa çıkacak kırmızı şaraplar eşliğinde sadece işini yapan seferleri vardı onların. Onlar, bir Hindu'nun kast sistemine isyan etmeyişini bir türlü anlamıyorlarken silahsız savaşçı onlara savaş açıyordu. Çünkü günü doğmazın savaşları sesiz olurdu tıpkı ölümleri gibi. Nitekim ikiz kuleleri yoktu fakat, yıkılan binlerce derme çatma evlerinden ölürken kendi içine ağlayan keman sesleri gelirdi buraya. Kime ağlamalıydı başka? Tarihçilere mi? Sosyologlara mı? Yoksa televizyondaki en güzel icadının bir kapama düğmesi olduğunu söyleyen bilim adamlarına mı? Onlar, bebekken konuştukları meleklerle dertleştiler. Aşk şarabı içemediseler de birer sigara yaktılar karşılıklı. İzmariti az sonra tarumar olacak bahçeye fırlattılar. Sonra yıllar geçti üzerinden, üç beş arkeoloji mezunu staj için o bahçelere gittiler. Arkeologlardan da sigara içenler vardı. Hatta biri o sıra Erkin Koray dinliyordu sesini sonuna kadar açıp. Ben de ona eşlik ediyordum. Ve sigara dileniyordum. Sürmeli Arap gözlerindeki Avrupalı bakışlar beni bir hayli hüzünlendiriyordu. Annemden uzaktaydım. Sabaha kimse ona benden, benim ettiklerimden ve bütün hayırsızlıklarımdan, her şeyi okumuşluklarımdan fakat anlamamışlıklarımdan bahsetmeyecekti. Belki yıllar sonra başka arkeologların kazacağı bu yerler hakkında burayı daha önce kazan bir arada kalmışın arada kalmış aşkından bahsedeceklerdi.

Uyuyamadığım gecelerin hangi renkte olduğu beni hiç ilgilendirmediği için bu gece hakkımda hangi suçtan idam edildiğin önemsizdi. Ben şalvarımı giydim, dolunaya karşı taktım güneş gözlüğümü. Namaz kotamı yine hiçbir şekilde zorlamayacak bir kandilin adeta yılbaşına rastgelmesiyle televizyonda bir dua eden, bir dansöz oynatan kanalları gezdim. Ben Türkiye'nin daima arada kalmışlığında bir yandan kast sistemine şeksiz itaatkarlığını, bir yandan da oryantalist fikir cümlelerindeki mazoşist kendine Fransız kalışlarını seyrettim. Seni seyrettim. Sürmeli Arap gözlerinde Paris modası, Roma mimarisi ve Hollywood edebiyatının anlattığı bir acayip bakışlar sezdim. Kemanı iteleren Piyanist'te göz yaşı dökebilen zavallılıklarım benim de oldu muhakkak; ama ben hiç kuru yalnızlığın fahişe çığırtkanlıklarını edemedim. Ermeni'yi öldürdün dediler, Bağdat'ı gösteremedim. İşte ben hiçbir zaman sevdiğim şarkıların sesini yükseltmekten ötürü kendi kelimelerimi türetemedim. Alt tarafı yaptığım en ulvi şey, melekleri unutmamak oldu. Meleklerle seni konuşmak bana keyif veriyormuş gibi gözükse de hiçbirini gökten saf saf indiremedim.



B. Nalbant

Hiç yorum yok: