ﻴﺎﺸﺎﺮﻢ ﺑﻦ ﻭﯿﺮﯿﺮﺩﮦ ﺍﻭﻨﻠﺮ ﺤﯿﺎﺗﻤﯽ ﺑﻭﺘﻭﻦ’
‘ﺍﺸﻋﺎﺭﻢ ﻗﺎﻟﻴﺮﺪﻰ ﺍﻭﻜﺴﺯ ﻭﻟﻤﺼﺍ ﺍﻭﻨﻟﺮ
CELÂL SÂHİR VE BEYAZ GÖLGELER
Celâl Sâhir, 29 Eylül 1883 te İstanbul Aksaray’da doğdu. Babası II. Abdülhamid devri kumandanlarından Botgoriçeli İsmail Hakkı Paşa, annesi İran’da Sünnî tarikatında önemli rol oynayan ve III. Ahmed tarafından kendisine Şirvân hanlığı verilen, Hacı Davud Han sülalesinden Fehime Nüzhet Hanım’dır.
Celâl Sâhir, Numüne-i Terakki İlkokulu’nda, Davut Paşa Rüştüyesi’nde ve Vefâ İdadisi’nde okudu. İdâdîden sonra iki yıl Mektep-i Hukuk’a devam ettiyse de buradan mezun olamadı.1903’te Hariciye Nezareti’nde kâtiplikle memuriyet hayatına başladı. Daha sonra Mercân ve Kabataş İdâdîleriyle İstanbul Lisesi’nde, Mekteb-i Sultâni’de İstanbul Mualim Mektebi’nde kitâbet ( kompozisyon),edebiyat ve Fransızca hocalığı yaptı. Mütareke devrinde komisyonculuk ve ticaretle meşgul oldu. (1917-1918). Barut Şirketi komiseri olarak çalıştı. Atatürk’ün isteğiyle Büyük Millet Meclisi’nin III.dönemi sonlarından, ölümüne kadar( 1928-1935) Zonguldak mebusluğu yaptı. Bu arada yeni Türk alfabesinin tesbiti için kurulan heyete girdi.Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin( Türk Dil Kurumu) başkan vekilliğinde de bulundu. Zayıf bünyeli olan ve sık sık hastalanan Celâl Sâhir,son zamanlarda tutulduğu akciğer kanserinden 16 Kasım 1935’te Kadıköy’deki evinde öldü. Mezarı Bakırköy Kabristânı’ndadır.
Celâl Sâhir’in şiirle ilgisi çocuk yaşlarda başlar. Güzel şiir okuma ve hitâbet kabiliyeti daha dokuz on yaşlarında iken mektep merasimlerinde ön plana çıkmasına vesile oldu. Bu şöhreti ona çocuk yaşta II. Abdülhamid’in huzurunda şiir okuma ve ondan bir liyâkât nişanıyla nakdî mükâfat alma fırsatını verdi. Bir divan oluşturacak kadar şiirleri bulunan annesinin de tesiriyle, 1899’dan itibaren ilk şiirleri İrtikâ, Ma’lumât, Musavver Fen ve Edep, Pul ve Lisân gibi devrin tanınmış dergilerinde yayımlanmaya başlandı. Şiir ve nesir yazılarında devrin modasına uyarak, Ahmed Celâl, Hikmet Celâl, Velhân, Şârık gibi âhenkli ve alegorik takma adlar kullandı. Henüz on altı yaşlarındayken, ismine Sâhir ismini de ekleyerek, grubun en genç şairi olarak Servet-i Fünun’da şiirleri neşredilmeye başlandı. Meşrutiyet’in ilanından sonra Seyyâre ve Demet dergilerini yayımladı. 1909’da Fecr-i Âti adı verilen edebî topluluk onun başkanlığında kuruldu.
Celâl Sâhir, 1909’dan itibaren ‘yeni lisan’ hareketine, bu akımı müdafaa eden yazılarıyla, şiirindeki nisbî dil sadeleşmesiyle, hatta aruzdan heceye geçmek suretiyle katıldı. Türk Ocakları, Türk Derneği, Piyer Loti derneği gibi Türkçü ve vatanperver derneklere girdi; Sultanahmet’teki evini Türk Derneği’ne lokal olarak tahsis etti. Derneğin yayın organı olan Bilgi Mecmuası’nı çıkardı. Türk Ocakları’nın 1931 de kapatılmasına kadar, faal bir üye olarak çalışmalarını sürdürdü. Bu yıllarda Musavver, Muhit, Süs, Yeni Kitap, Edeb, Mehâsin, Halka Doğru ve Türk Sözü gibi dergilerde şiir ve makaleler yayımlamaya devam etti.
Edebiyat tarihlerine Servet-i Fünûn şairi olarak geçen Celâl Sâhir’in bu toplulukla ilgisi, dağılma yıllarına yakın bir zamanda aralarına katılmaktan ibâret kalmıştır. Onun Türk şiirinde büyük bir iz bırakmadan unutulmuş olmasını, Servet-i Fünûn da dahil olmak üzere hemen her edebî devreye ve her nesle ayak uydurmaya çalışması, yeni bir çığır açmak yerine başlamış olan edebî hareketlere katılan vasat bir şair olmasıyla açıklamak mümkündür. Hemen bütün biyografilerinde kadın ve aşk şairi, olarak tanıtılmıştır. Onun kadına karşı hissî ( gerek platonik gerekse erotik anlamda) temayüllerini babasının ve annesinin ayrılarak yeniden evlilik yapmaları, kendisinin çok otoriter olan annesiyle beraber kalması, hatta ancak bu annenin manevralarıyla üç defa evlilik yapmasıyla açıklanabilir. Bu tip şiirlerinin dışında, Meşrutiyet yıllarında millî temayülleri işlese de bunlar sadece birkaç şiirine inkisar eder. Şiirleri çağdaşlarınca da fazla değerli bulunmamıştır.
Eserleri: Kardeş Sesi (şiir, İstanbul,1908); Beyaz Gölgeler (şiirler,İstanbul,1909);Buhrân (şiirler,mensureler,İstanbul,1909); Siyah Kitap,(şiirler, mensureler, İstanbul,1912); Simon (Eugéne Brieux’den trc.tiyatro, İstanbul,1913); Kırâat-ı Edebiye(F.Köprülü ile, I- III, İstanbul,1912-1914 ); Müntehâb Çocuk Şiirleri( Mehmet Asım(Us) ile I-III, İstanbul, 1918-1919), İstanbul İçin Mebus Namzetlerim(hiciv şiirleri,İstanbul,191,Hakkı Naşir adıyla); Resimli Ay İmla Lugatı(İstanbul, 1928). Ayrıca 1920 ve 1921 yıllarında, eski Fecr-i Ati şairleriyle diğerlerinin şiiri ve yazılarını ihtiva eden antoloji mahiyetinde Birinci Kitap, İkinci Kitap adlarını taşıyan sekiz kitap yayımlamıştır.
Servet-i Fünûn hareketinin bir takım ayırıcı noktalarını bakarsak:
Türk edebiyatını kesin olarak modernleştirmiş bu hareket ilk değişikliğini şiirde sunmuştur. Edebiyatımıza devirler açısından bakıldığında yapılacak yenilik ve değişme hareketleri kendini ilk olarak şiir de göstermiş, üzerinde en çok uğraşılan şey şiir olmuştur. Zamanla şekle sirayet eden değişiklik, konularda da kendini gösterir. Servet-i Fünûn şiiriyle şiirin konusu değişmiş,aşk, tabiat, aile hayatı başlıca işlenen konular olmuştur. Aşk ve tabiat subjektif ve romantik bir tavırla anlatılmıştır. Aranılan şeyi yanı başında bulamamanın verdiği içe kapanıklık, Servet-i Fünûncular’ı belli bir hassasiyet insanı yapmış, onları marazi halleri taşıyan bir tavra sürüklemiştir. Üsluplarının aşırı sanatkarâne olması anlaşılmalarını zorlaştırmıştır.
‘Servet-i Fünûn şiirinde kullanılan nazım şekillerini üç gruba ayırmak mümkündür:
1.Fransız edebiyatından aynen alınanlar(sone)
2.Divan nazmından alınıp değiştirilen(serbest müstezâd)
3.Ne Divân şiirinde ve ne de Fransız şiirinde bulunmayıp kendi kendilerine icâd ettikleri ve nazım da geniş bir kafiye kolaylığı sağlayanlar.’[1]
Bu bilgilerden sonra ele alacağımız,Servet-i Fünûn’un da en genç üyesi olan Celâl Sâhir’i değerlendirirken, onun Servet-i Fünûn dairesi içinde ve bu anlayışla kaleme aldığı şiirlerinden hareket edeceğiz. Ama onun bir çok edebî harekete katıldığını, sadece bu daireye bağlı olarak incelenmemesi gerektiğini de bilmeliyiz.
Onun şiirlerinin aslî unsurunu kadının oluşturmasında annesinin payını hesaba katmalı ve bu bilgiler çevresinde şiirine yaklaşmalıyız.
Beyaz Gölgeler adlı şiir kitabının incelenmesi:
‘Konumuz olan ‘Beyaz Gölgeler’ onun ikinci şiir kitabıdır. 1898’den 1909’a kadar yazdığı şiirleri ihtivâ etmektedir. Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesinin 13. kitabı olarak basılmıştır.’[2]
Kitap 239 sayfadır. Kitabın başında şairin güzelliği ile övündüğü şaçları yer alır. Bir sonraki sayfada Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesinin yayımladığı eserler ve antikite çağına ait bir kadın resmi yer almaktadır. Meşhur beyti de bu resmin altındadır:
ﻴﺎﺸﺎﺮﻢ ﺑﻦ ﻭﯿﺮﯿﺮﺩﮦ ﺍﻭﻨﻠﺮ ﺤﯿﺎﺗﻤﯽ ﺑﻭﺘﻭﻦ’
‘ﺍﺸﻋﺎﺭﻢ ﻗﺎﻟﻴﺮﺪﻰ ﺍﻭﻜﺴﺯ ﻭﻟﻤﺼﺍ ﺍﻭﻨﻟﺮ
‘Celâl Sâhir’in şiirini ve sanatını özetleyen bu beyit; Sultanahmet’teki evinin yatak odasının kapısının üzerinde; atlas bir kumaşa, kadın saç teliyle işlenmiş bir pano olarak duvarda asılı durmaktadır.’ [3]
Beşinci ve altıncı.sayfada Mutâlilerim’e başlığını taşıyan bir mukaddime yer almaktadır. Bu bölümde Celâl Sâhir eğer bedbin bir genç adamsanız…,mağrur bir küçük hanımefendiyseniz…,hassas ve mağmum bir edebî kadınsanız…,bir ihtiyar adamsanız…gibi hitaplarla okuyucularına seslenmekte ve onları kitabını nasıl okuyacakları konusunda yönlendirmektedir. Okuyucuların bu eserde kendilerinden bir şeyler bulacağına inanmaktadır. Bu yazının ardından kitapta şu bölümler yer alır:
1.Beyaz Gölgeler: Bu bölümde sadece ‘Beyaz Gölgeler’ şiiri yer almaktadır.
2.Leyâl-i Sâhiriyyet: Bu bölüm bir ağaca yanlanmış boydan şûh bir kadın resmiyle başlar.Leyâl-i Sâhiriyyet şiiri bu bölümdeki ilk şiiridir. Devamında on bir şiir daha yer almaktadır. Bu şiirler şahıslara ithafen yazılmıştır.Ömer Naci, Hüseyin Cahid, Şâdân, Toni M, kendisine şiir ithaf edilenler arasındadır. Geceler’e, Bir Hatıraya, Hepsine Yahud Hiçbirine adıyla ithaf ettiği şiirler yer alır.
3.Hediye-i Bidâr: Bu bölümde üç şiir bulunmaktadır. İlk şiir de bu adı taşır.
4.Gözler: Bu bölümde Faik Ali’ye ‘Maviler’, Şâdân’a ‘Siyahlar’, Sahibesine de ‘Yeşiller’ adıyla ithaf edilen şiirler yer almaktadır.
5.Onlara: Burada ‘Babam’a’, ‘Annem’e’, ‘Oğlum Nüzhet Sâhir’e’ ‘Sana Yavrum’, ‘Muterizlerim’e’, ‘Gaye-yi Hâyalim’e’, ‘Matmazel B….’e’ seslenir. Onlar ile ilgili hislenmelerini dile getirir.
6.Sarı, Eflatun, Siyah: Bu bölümde Sarı Eflatun Siyah başlığı ile iki şiir ve devamında 65 şiir daha yer akmaktır. Şiirlerden bazıları şunlardır:
Şiirlerimin Rûhu, Aşk-ı Mahrum, Hayal-i Visâl, Şairin Saçları, Vefasızlıklarım,Tuhfe-i Takdis, Son Cevap, Bir Hayal, Sergüzeşt, Buselerin Tahassürü, Elhân-ı Perestiş, Sen ve Tabiat, Sınır-ı Hayâl, Rüya-yı Muhâl, Eş‘âr-ı Girdeyâr, Soluk Gölge, Rüya-yı Şûh, Yapyalnız, Hayal-i Şiirim, İnhisâf-ı Ümid…
Beyaz Gölgeler de yer alan şiirlerin büyük bir kısmı daha önce Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmıştır. Bazıları da dönemin dergi ve mecmualarından olan İrtikâ, Musavver, Fen ve Edep, Mecmua-ı Edebiyye, Mehasin, Demet (Celâl Sâhir çıkarmıştır), Resimli Kitap, Çocuk Bahçesi ve Türk Yurdu’nda bazı ufak değişikliklerle yayınlanmıştır.[4]
Beyaz Gölgeler, devrinde ilgi ile karşılanmıştır. Şahâbettin Süleyman eserin üzerine tahlil ve tenkit yazısı yazmıştır. Şunları söyler.
“Beyaz Gölgeler,mâzinin ve hâl-i hazırın ilk şuh ve fettân eseridir. Yalnız içinde meş’um devrin hain tesiriyle husule gelen küçük bir siyahlık ve bedbinlik var. Fakat bu Rauf’un Siyah İncileri’ndeki kadar değil... ‘Beyaz Gölgeler’ de daha ziyâde kuvvetli ama, heyecana muhtaç bir gençliğin, bir genç ruhun çapkın, dinç, haz ve zevke istekli hatta biraz kadın gölgeleri var. Bu eserde münekkit ve okuyucu hissesiyor ki; aşkını terennüm etmek isteyen güzeliğe düşkün bir aşk çalgıcısının karşısındadır. O, daha ilk mısralarda okuyucusu ile senli benli olabilmektedir. Ancak beliren bir mesele var; şair bu eserinde edebiyattan çok kadını mı yoksa kadından ziyâde edebiyatı mı seviyor? ..Şahebettin Süleyman burada çözüm olarak ‘ Beyaz Gölgeler’deki şiirleri seneleri itibariyle ayırmak gerektiğini söylüyor..’ İlk şiirlerine göz atarsak; bunlarda Celâl Sâhir’in aşkı tabiat için, kadını edebiyat için sevdiğini hissederiz. Yani şair, tabiatın güzelliğini, dehşetini, kötülüklerini, masumiyetini ve mükemmelliğini hülasa bir tezat yığınından ibaret olan olan anlarını anlatmak ve duyurmak için konusuna göre, zalim veya güzel bir kadın seçiyor..Şair, tabiatın her şeyini, kadınlığı öyle güzel çiziyor ve gösteriyor ki, edebî nesillerimiz içinde onun kadar ressam şair bir başkası daha yoktur. Şahabettin Süleyman’a göre tabiatı yalnızca göstermek az çok tehlikelidir. İşte bu yüzden şair de okuyucuya zevk ve heyecan vermek için kadını seçmiş ve onu nefis tabloları için bir gölge olarak kullanmış. Bunun içindir ki, ‘Beyaz Gölgeler’ kadın ve tabiatın büyük kasidesidir.Ş.Süleyman bir başka makalesinde de eski nesille, kendi nesillerini birbirine bağlayan yolun tetkiki ve tahlili ancak onun eserlerinden hareketle yapılabilir, derken, yine başka bir yazısında Beyaz Gölgeler’i bir sanat abidesi olarak tavsif etmektedir”.[5]
Şiirlerine geniş bir çerçeveden bakalım.
A.Şiir Anlayışı
Şairin, Beyaz Gölgeler adlı şiir kitabında şiir anlayışını yansıtan bazı şiirleri mevcuttur.
Şiirlerimin Ruhu
Benim şiirlerimin ruhu bir güzel kadının
Esîr-i kalbine aid gârâm-ı şârıktır
Hayır: Şiirlerimin ruhu bir kadınlıktır
Ki dolaşır daima bir semâ-yı sevdânın,
Harir-i ebr-i hayâlât içinde pûşide
Derinliğinde ve ruh sema ile konuşur
Sitâreler ona bir aşina-yı dûr-â-dûr
Onun nigâhına bir hânde-i perîşîde
Atar ufukların âvâre kalb-i şeffâfı;
Güneş ziyâ-yı zerriniyle muhteriz, sakin,
Onun huzuruna sacîd gibi güzel kamerin
Kebûd-ı nûru okur bir neşide-i sâfı.(99)
Bu şiirinde şiirlerinin ruhunu kadın ve aşkın doldurduğunu söyler.
Beyaz gölgeler adıyla yazdığı şiirinde de kendisine soru sorarak şiiri ile ilgili ipuçları vermeye çalışır.
Beyaz Gölgeler
-Sâhir neye benzer senin eş’âr-ı gârâmın
-Bir tute-i zulmet…
-ne dedin?
-rûhu zalâmın…
-yok bunlara hiç benzemiyor doğrusu Sâhir:
-onlarda ne var söyle zulmete dair?
-beynimde derin bir gece var her ne doğursa
-oh, onları bir gölgeye teşbih ederim ben …
-bir gölge fakat başka zilâle; (10-11)demektedir.
Tude-i zulmet, rûh-ı zâlam ve gölge tabirlerini şiirleri için kullanması, onun her an keder içinde olacak şiir duyuşunu yansıtmaktadır. Burada isteyerek hüzne gark olan bir tavır gütmektedir.
Ona göre şiir akıl işi değildir, o ancak duygularla çözülebilir ve anlaşılabilir. Aşağıdaki şiirini bu zihniyetle kaleme almıştır.İlginç bir şiirdir. Servet-i Fünûn şiirinin ya da şairlerinin bir takım hususiyetlerini eleştirmektedir.
Bir Nev Heves Şiiri
“Fikret’in nazmı, ziyânın şiiri,
Cenâb’ıb bir sonesi, Âli’nin
Bir ufak parçası, Mehmet Rauf’un
Bir küçük mektubu, pek şûh u nevin
Hüseyin Câhid’in en tahlili
Yeni bir sahnesi ma’lum bedbîn
Diyerek her gün efendim her gün
Dinletirsin bana nâzân ve güzîn
En dilâşup hayâlât ile pür
Ne kadar tatlı şiirler lâkin
Anlamam onları ki kalbimde
Yalnız fenne muhabbet-i sâkin
Diye şiddetli tahavvürlerle
Çıkışırdın bana evvelce niçin,
Nasıl ey fen ile perverde zekâ-yı ciddi
Nasıl oldun mütessir, mütehassis, asâbi
Bir güzel şair-i sevdâ ki perişân u hazîn
Bu tebeddül, bu te’al-i hayâlât niçin?
Bir güzel hendesedir belki peri-i şiirin
Ebediyyen seni ciddiyet-i femiyenden
Ayıran hissine bir rikkât-i şiiriyye veren,
Belki bir taze kızın şâtır u şen, nîm-üryân
Bir derin mesele-i hendesenin umkundan
Fırlayıp çıkmasıdır, şa’şa’adâr u simîn,
Bilemem şimdi fakat şiiri bırak, ciddiyet
Lazım insânlara dersem sana bir gün, mutlak
Çıkışırsın bana evvelkine zıt, pür-hiddet!
Ruhunun istiyorum sırrına âgâh olmak
Nasıl ey fen ile perverde zekâ-yı ciddi
Nasıl oldun mütessir, mütehassis, asâbi
Bir güzel şair giryende sadâ-yı nermîn?
Bu tebeddül,te’âlli hayâlat niçin?(1899,-224-225-226)
B.Şiirlerinin Teması:
Şiirlerinin ana teması tabiat, aşk, ölüm sevgili, hayal hakikat çatışması, geçmişe özlem, yalnızlık gibi konulardır. Bunu yanında gül, çiçek gibi önemsiz şeyleri de şiirlerine alabilmiştir.
Şair genel olarak bu konuları kadını anlatmak için kullanır.
a.Aşk ve Kadını Ele Aldığı Şiirler:
Bu şiirlerde ya sevgiliye kavuşamama sonunda duyulan hüzün, dile getirilmiş ya da onunla ilgili erotik anlamda, çok da sağlıklı olmayan bir biçimde anlık hazlardan doğan zevkler anlatılmıştır.
Kadına karşı ilgisinin farkında olan ve bir kadın şairi olarak bilinen Sâhir, şiir kitabının başında da hislerini ifade eder.
‘Bütün hayatımı onlar verir de ben yaşarım
Kadınlar olmasa öksüz kalırdı eş’ârım’ demekte, kadını yüceltmektedir.
Servet-i Fünun şiirinde de kadını ve aşkı en çok işleyen şair olarak bilinen Sâhir,bunu isteyerek yapmaktadır. Annesinin ona verdiği terbiye ve kadınların içerisinde yetişmiş olmanın verdiği bir dikkatle şiirlerini yazmıştır. Okuyucu ile konuşuyormuşcasına yazdığı şiirlerinden biri, ona ‘sürekli kadından bahseder’ diyen insanlara bir cevap niteliğindedir. Her ne kadar başka bir konudan bahsedecekmiş gibi yazsa da şiirinde yine kadınla ilgili bir konuya yönelmiştir.
Muterizlerime
-Dâima Dâima kadınlıktan
Bahs edersin bize muhîtînde
Başka şey parlamaz mı? Hep sevdâ
Her şebâb-ı bir inhimâk-ı iyân
Bir güzel dul veya bir kız,
Bir derin hande bir nigâh-ı lezîz
Bir der-âguş-ı ihtizâz engîz,
Nûr-ı mehtâp içinde yapyalnız
Geçen on beş dakikalık nermîn
Bir hayatın hikâye-i şûhu
Asabî, nazlı bir kadın rûhu
İşte mevzûu hep şiirlerinin!
Başka şey yok mu ? Dağ, çiçek,ecrâm
Kuşların mübtekî reşîdeleri
Âsumanın nigâh-ı muğberi
Sana etmez mi bir şiiri ilhâm?
Bir çocuk ruhu..İşte en zengîn
Bir zemîn-i ifade; lâkin sen
Sen onun şîr-i dilfirîbinden
Anlamazsın kadınlı şîr-âgûn
Bir zemîn-i tahayyül istersin
Fakat ey şair-i füsun perver!
Bu kadar dinledik kifâyet eder,
Bizi bıktırdı nağme-i nefsin…
-Bıktın artık demek şiirlerimin
Nesevî, yek-nesâk edâsından,
Hep kadınlarla imtisâsından;
Fakat ey kari’em! Ne istersin?
Yazayım?...
Bir menekşecik meselâ
Yazınız…
-Dinleyin peki:
-Mahmûm
Güneşin taze, muhteriz, masum
Bir küçük bûse-i ziyâsıyla
Münkeşif bir şükûfe-i magmûm
Müncemid bir nüveyre ki zinde
Bir kadın kalbi umk-ı hüsnünde
-Bak şaşırdım, yine kadın diyorum-
Bazı çapkın ve ihtirâs efşân
Mayısın nefhâsıyla dalgalanır:
Sarışın bir kızın nigâhı sanır
Onu gören mutlak uzaklardan!
demektedir. (Muterizlerime, 73,76)
Şiirlerinde genelde kadının sevgili olan yönü üzerinde durmuş, kadın psikolojisini anlamaktan ziyâde onu zevk ve fantezi unsuru olarak görmüştür. Bu durumu, şairin hercai bir kişiliği olmasına bağlayabiliriz.Şiirlerinde bunu bilerek ve isteyerek yapmış, her ne kadar itiraz göreceğini bilse de bu özelliği dönemin şiirinde bir yenilik gibi göstermeyi başarmıştır. Başka bir şiirine daha bakalım:
Benim kadınlara ifrât ve hürmetim vardır
Bütün bu aleme mensup olan güzellikler
Benim gözümde kadınsız leyâldir yek-ser
Kadın bu zûlmet nuruyla hırpalar dağıtır.
Şefîk bir kadının sine-i nezihinde
Yatarsa bir gececik hangi ızdırâb uyumaz?
Onun gözünden uçan en küçük tebessüm-râz
Hayâl ü fikri yeşil bir cihân ümide(125,Tuhfe-i Takdis)
Kadına olan ilgisini, kendisi de açıkça dile getirmekte, onların bütün ıstırapları dindirdiğine inanmaktadır. Şair,güzelliği ve aşkı kadında bulmuştur.
Aşka karşı çok da samimi düşünceleri olduğunu söyleyemeyiz: Aşkta vefalı olmadığını, sebât gösteremediğini belirtmemiz gerekir. Hayatında üç evlilik geçirmiş bunda da kalıcı beraberlikler yaşamamıştır. Celâl Sâhir, kendi kişilik tahlilini, hercâi yapısının özelliklerini dile getirmekten kaçınmamıştır.
“Ooh, lakin bu hali pek severim
Her zaman başka bir hayale esir
Her zaman dilde başka bir te’sir
Vech-i zerdimde aynı şefkâtle
Her zaman başka bir nazar-hâle
Her zaman başka bir avuçta elim(192)” [6]
‘Vefasızlıklarım’ isimli şiirinde kendisi şöyle ifade eder:
Ki her tececdüd-i aşkımda, belki doymayarak ,
Bir eski aşkı hayâlimde öldürür, gömerim.
Ve nadiren tutarım bir dakikacık mâtem…(Vefasızlıklarım,120 )
Bütün yaşama gücünü aşktan alan şair, Sergüzeşt adlı şiirinde serseri bir hayat yaşadığını belirtir:
‘Yaşadım serseri bir ömr ü garâm;
Ve yoruldum sevimli hacle
Açılıp oldu bister-i ârâm
Bu çürük hasta kalb-i malûle…’(146)
Sâhir, aşkın cinsel yönü üzerinde de durur:
Toplu İğne Yarası
Dün gece sulh ü itilafı seven
Aşkın âğuş-ı ateşîninde
Yaşıyorken bir an-ı ferhûnde
Kalbim emretti istedim rûhum,
Açarak sîne-i nezîhinden
Toplamak buseler, teselliler,
Sonra yatmak dizinde mest-i zafer…
Bilmiyorum ki sen küçük hırçın,
Böyle düşmân gibi müsellâhsın!
Kanıyor şimdi dest-i mecrûhum…(188)
Onda kadın deyince akla sevgili gelir, eski edebiyattaki gibi abartılmış sevgili tipine ratlarız:
Elhân-ı Perestiş
Sanki başka bir alemsin sen ey
Şûh u mûnis-i perî-yi sevdâ-per!
Bir tesâdüfle arzı za’ir olan
Muhteşem bî-nâzir-i sakinesi
Sanki fevka’l-beşer bir çilenin
Muhteşem zâde-i necâbetisin!(150)
Sevgiliyi genellikle fiziki özellikleriyle ele almış, ama zaman zaman da onun acımasızlığından üzgün ve kederli halinden bahsetmiş, kendisinin de aşka layık olamayışı üzerinde durmuştur.
Matmazel B…’e
Layık mı senin kahkaha-yı şûhûna ma’kes
Olsun bu teh-i mâbed-i bî-kes?
Gülfâm ayağın tozlara layık mı bürünsün?
Aşk ve kadın, Celâl Sâhir’in asli unsurlarını oluşturmaktadır. Servet-i Fünûncular arasında en çok bu temalar üzerinde duran şairdir.
Demet adlı kadın mecmuasının sahibi olan Celâl Sâhir; kadının eğitimi, toplum içindeki yeri ve önemi, feminizm, kadınların sosyal ve siyasî hakları ile aile hayatının önemi gibi konuları dönemin bir çok dergi ve gazete sayfalarında ele almıştır.
b.Tabiat :
Celâl Sâhir ‘de tabiat unsurlarına bakacak olursak, diğer Servet-i Fünûncular’dan farklı yanlarının olduğunu söyleyebiliriz. O,tabiattan bağımsız bir olgu gibi bahsetmemiş, onu çoğunlukla hislerini anlatmada bir tercüman olarak kullanmıştır. Tabiata bakışında romantizm duyarlılığı kendini gösterir.
‘Celâl Sâhir’in tabiatı değerlendirişi daha çok Cenap Şahabettine benzer. Ahmet Haşim’in de etkisinde kaldığı olmuştur.[7]
‘Onda rakik ve hasta bir romantizm, Alfred de Musset tarz-ı.tahassüsü vardır.’[8]
Tabiatı tasvirinde eski edebiyata ait unsurlarla kozmik aleme ait tabirler yer alır. Şair gecenin ve onun sessizliği üzerinde çok durur.
Rüyâ-yı Şûh
Bir mükevkep geceydi, sath-ı semâ
Mavi pullarla işlenilmiş bir
Esmer atlas gibiydi; mâh-ı Münir
Tıpkı firuze rengi bir simâ
Veriyordu bu leyl-i şeffâfın
Hüsn-i ulvî şâirânesine,
Her taraf bir tefekkür- isâfın
Dalıvermiş gibiydi sînesine(189)
Leyâl-i Sâhiriyyet I.
Karşımda bir deniz ebediyetle hem-hudûd..
Fevkimde bir sema ki pür-guize-i nücum..
Her yerden bir sükût.. Ne bir ses, ne bir suûd
Etmez bu şakitiyyet-i leyliyyeye hücûm
Güya muvakkaten ölüdür âlem-i hayât;
Ecrâm uyur, denizler uyur, âsuman uyur;
Yalnız zavallı ruhum esir-i tahayyülât
…
Şimdi her guşe ebkem ü câmid
Ne ağaçlarda zenemât-ı riyâh
Ne hodâyıkta ihtizâz-ı cenân..
Her taraf hufte, her taraf râkid;
Sanki engüşt-her- dehân melekût
Bütün eşyaya der: sükût sükût… (15)
Leyâl-i Sahiriyyet IX.
Her yerde rûhâ nafiz olan bir sükût-ı hâb…
Yalnız peri-i leyl ile ben karşı karşıya
Daldık müşâfehâta, denizlerde püz-ziyâ
Bir sevr-i lerze-nâk çizer aks-ı mâhitâb ( 31)
Leyâl-i Sahiriyyet II.
Islak siyah sıkıntılı bir leyle-i azâb…
Bir haftadır bu böyle, ne bir necm-i zer- efşân,
Bir hâle, bir kamer, ne de âguş-ı kehkeşân;
Göklerde titreyip eriyen bir yığın sehâb…
Gibi şiirlerinde geceye ait unsurlardan bahsetmektedir. Geceyi daha çok sessiz anmaktadır. Sâhir, şiirlerinde tabiatla konuşur, dertleşir gibidir. Samimi duyuşlarını onunla yaşar. Servet-i Fünuncular’ın tablo altına şiir yazma geleneğine katıldığını söyleyebiliriz. Ancak o, bu tabloda gördüğünü direk olarak yansıtmamış, bunları tabiat duyguları ile yoğurarak ya da duygularına vasıta yaparak kullanmıştır.
c.Hayâl Gerçek Çatışması:
Hayâl Hakikat meselesi Servet-i Fünun şiirinin en önemli mevzularından biridir. Hayalleri çok geniş olmasa da şiirlerinde hayâllere bol miktarda yer vermiştir. Bir Hayâl, Hayâl-i Şiirim, Hayâl-i Visâl, Gaye-yi Hayâlime, Sınır-ı Hayâl, adıyla şiirleri bulunmaktadır. Şiirlerinden örnekler verecek olursak:
Gaye-yi Hayâl
Size,sizden,sizi,sizinle ve siz…
İşte vird-i zebân olan kelimât
Bana. Karşımda çehresiz-heyhât,
Siz değil çehre-i hayâliniz!-
Haykırır, sızlar,ağlarım her an
Hep bu elfâz olur ins-i zebân:
Size, sizden, sizi, sizinle ve siz
Siz benim her şeyim değil misiniz?
Ah ey gâye-i hayâli baîd!
Sizsiniz ömrümü eden temdîd.
Öldüren siz beni dirilten siz,
Bense her lahza ağlarım sizsiz.
Size, sizden, sizi, sizinle ve siz…
Siz benim her şeyim değil misiniz?...(78) diyerek bütün umudunu hayallerine bağladığını dile getirir. Hayatının anlamını hayalleri ile bulmaktadır. Gerçeklerden kaçma ve hayale sığınma, hayal dünyasında yaşama arzusu, Servet-i Fünuncular’ı bir takım uzak hayal beldeler aramaya yöneltmiştir. Bunlardan biri de Sâhir’in Rüyâ-yı Muhâl diye isimlendirdiği bir yerdir.
Rüyâ-yı Muhâl
Öyle bir yer ki ihtiyâr arzın
En güzel en buruşmamış tarafı
Münzevî bir muhit-i hülyâvî
Ki mukaddes semâ-yı şeffâf
Verir en kirli ruha saffet
Bir Robenson hayat-ı bi-jengi
Yaşasak sevgilim…
Şiirinde hayalini kurduğu yerin vasıflarını sıralar.
-tabiat bütün güzelliğini sersin enzârına: önünde deniz;
-bir taraf rûh-ı asumânaﺱ ﻤﻤﺎ
-bir taraf bir büyük yeşil orman
-o kadar sık ki kaybolur insan
-tâ nihâyette bir geniş sahrâ… şeklinde anlatmaktadır.
Bu yerde sevgilisi ile başbaşa kalmak derdindedir:
Ve o peygûle-i muhabbette
Saklanıp sen ve ben iki nâkâm
İki dil teşne-i hayâl ü gârâm ,
İki merdumgirîz iki bî-nâm,
İki rencide–i hâs u ârâm,
Bu karanlık şu’ûn-ı dünyâdan
Böyle lakayd u bîhaber kalarak
Yaşasak sevgilim,ki hiç kimse
Bizi hiç bilmesin, ve kimseyi biz…(159-160)
Bulunduğu yerden başka bir mekânın hayalini kurma fikrini şiirinde açıkça dile getirir. Bu yer uzakta ve sevda dolu bir mekândır:
Serâb
Şikeste tab-ı tahassür,rübûde fikr ü hayal
Tasavvur eyliyorum, ey şükufe-i âmâl,
Muhitimizden uzak bir cihân-ı pür sevdâ
Ki her yerinde esîr-i bedi’alar peydâ,
Ki her yerinde firûzâb bahar-ı aşk-ı hayât
Uyur hevâ-yı sürûruyla gamlı hissiyât…(234)
Hayallerinin esiri olduğunu vurgular:
‘Ben onları hazine-i kalbimde gizledim
Oldum esiri hasta ve kıskanç hayalimin’(İnhisâf-ı Ümid,129)
Gerçeklerden kaçış ve hayale sığınma şiirlerinde bu şekilde dile getirilmiştir.
ç.Ölüm:
Servet-i Fünûncular, şiirlerinde ölüm temasına yer vermişler, melankolik hallerini ifade etmek için sık sık ölüme değinmişlerdir. Hayatın gerçekleri ile yüz yüze gelince tıpkı hayal ülkelere kaçma isteklerinin olması gibi, bazen de ölüme sığınmış ve onunla teselli bulmuşlardır.
C. Sâhir, ölüme karşı inanan bir insan tavrıyla yaklaşmış ve onun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu kabullenmiş durumdadır. Hatta çoğu zaman onu istemektedir. Kalbinin incindiği tasalandığı zamanlarda ölümü arzulamaktadır.
Bir Kitâbe
Yirmi üç yıl şu hayâtın pür âlâmında
Yaşadım duymayarak neş’e şeb ü şâmında
İşte ömrüm ânât-ı semen-fâmında
Şu mezarın uzanıp sine-i ârâmında
Aradım kendime bir cây-ı huzur-ı rahat
Ah, za’ir, şu hazin tude-i hâk-i zulmet
Sana ibrâz ediyor girye-fezâ bir ibret
Gaye-i ömrü görürsen şu mezara nazar et (205-206)bu şiirinde yirmi üç yıl hayatında hep heva ve hevesle yaşadığını, mezarların insanlar için bir ibret olması gerektiğini ve hayatın gayesinin orası olduğunu belirtmektedir.
‘Çünkü doğmak gibi ölmek de tabii bir şey;
Var mı fâniyyet içinde ebediyet kazanan?
Zihninizde yaşayan hatıra mı ah, fakat
Silmesin korkuyorum dest-i siyâh nisyân’..(204,Bir Kitâbe)
Ölümü kabullenen şairin korkusu unutulmaktır. Ayrıca burada Her Nefis Ölümü Tadadaktır’ ayetine yakın bir söyleyiş göze çarpar. Şair, öldükten sonra yeniden dirilişe de inanmaktadır. Ölüm karşısında elinden gelen bir şey olmadığını bilir, bu yüzden teslim olmuş gibidir.
‘Pîr ü sâbî,zâif o kavî, şâtır u melûl
Herkes doğar yaşar ve eder toprağa ufûl
Peyveste-i esâretiyiz biz de bî-mecal
Her şey evet bu hükmün elinde mutî’ü râm;
Vermekte her vücûda nihâyet bir in’idâm;
Lâkin adem demekte bu asrî hakikâte
Layık mı istihâle-i eczâ-yı hilkât’e?
Mevcud olan adem olmaz inkilâp eder
Bir başka şeye. Kim bilir …’(Kitâbe,202)
Şairin ruhunda gelgitler yaşadığını bir yandan ölümün gerçek yüzüyle karşılaşırken, bir yandan da hevâ ve heveslerle çevrelendiğini görürüz. Bu durumda isyâna yönelmesi kaçınılmaz bir hâl alır:
“Ölen kızı Meliha için, yazdığı, Beyaz Gölgeler’de yer alan ‘Yad u Feryâd’ bölümünü ‘Melihacığımın ruhuna ..’ şeklinde ona ithâf eder.Burada yer alan Enîn şiirinde;
…
‘Ölüm âh ey bütün riyâ ve yalan
Âleminde yegâne doğru olan
Gâye-yi mutlak, ey siyâh pençe!
Sana lâyık mı söyle bir gonce?
Bu kadar bekleyenlerin varken
Onu almak revâ mı erkenden?’[9]”
Bunların dışında şiirlerinde geçmiş özlemi, yalnızlık, çocukluk hatıraları ve sevgiliye ait unsurlar yer alır.
C.Şiirlerinin Şekil Yönünden İncelenmesi:
a.Dil ve Üslup:
Şiirlerinin dil ve üslubuna baktığımız da onun diğer Servet-i Fünûn şairlerinden daha anlaşılır bir kelime varlığının olduğu gözümüze çarpmaktadır.
‘Şiirlerinde ahengi sağlamak için R/S/Ş/Z/M/N ünsüzlerine başvurduğu görülmektedir.[10]
(S); Yumuşak ve durgun bir ifade katar. Tıpkı fısıltı halinde konuşuyormuş gibi bir ses işitilir.
‘Size, sizden, sizi, sizinle ve siz
Siz benim her şeyim değil misiniz?’
(Ş);Korku ve donukluk katar.
‘Şafâk nişîmen-i şemsin peri-yi nevresidir
Ki kıskanıp seni olmuştur öyle pek rengin’
Bütün güzelliğin âsımân-ı mesiresidir
Ve her şeb orada yaşar kehkeşân-ı nûr-ı beden’(Sen ve Tabiat141)
(R),(Z);Keskinlik ve çabukluk katar. (Z);zorlayıcı bir ifade katar.
‘Bu küçük yâdigâr-ı şiir-engîz
Her nigâhında eyliyor leb-rîz
Hatıratınla ufk- ı hülyâmı’(95)
‘Aradım kendime bir cây-ı huzur-ı rahat
Ah, za’ir, şu hazin tude-i hâk-i zulmet
Sana ibrâz ediyor girye-fezâ bir ibret
Gaye-i ömrü görürsen şu mezara nazar et’(205-206)
(M) sakinlik verir.
‘Hasta,mecrûh ve mûztarîb, meftûn
Eve döndükçe böyle her akşam
Öperim pembe çehreni ve bulur
Mihnetim bir dakikacık ârâm.’(68)
(N) vurgulayıcı bir özelliği vardır.
‘Sende benim ilk şiirimsin,kıymetlisin, nazlısın
İsterim ki seni her şey incitmesin, okşasın
Bir gün azıcık gül yüzünü soluk görsem, Nüzhet’im’
Celâl Sâhir’in şiirlerinin üslubu belli kelimeler etrafında toplanmıştır. Şiirlerinde, Servet-i Fünûncular’a has bir söyleyiş sezilir. Belirli tamlamalara ve kelimelere sıkça yer vermiştir.
Bunlar Rûh-ı Melûl,Girye-yi Gârâm, Kalb-i Münkesir, Kalb-i Nâsir, Raşe-i Iztırâb, Hayâl-i Aziz ve Rüyâ, Giryeriz, Nişimen, Zulmet, Hüsrân, Mecrûh, Nâfiz, Muhit, Muhâl, gibi tamlamalarla, kelimelerdir. Ayrıca, ‘Ohhh!’, ‘Ah!’, ‘Off!’ gibi ifadeleri kullanarak şöyleyişine canlılık ve bir hareket kazandırmak istemiştir.
‘İlk şiirleri ağır benzetmelerle ve terkiplerle yüklüdür. Bir makalesinde “Türk nazmı yakın zamanlara kadar bütün Şark nazmı gibi, hatta onlardan daha ziyâde, mahdut bir daire içinde sıkışmış kalmıştı. Bunun sebebi, vezin kaynaklarını Arap ve Acem’den almış olmasıdır. Ayrıca edebî sanatlar da Arap ve Acem’den gelmekteydi. Bunlar yalnız nazımla da kalmıyor, bütün edebiyata şâmil oluyordu. Eski şiirimizde beyitlerin her biri ayrı konudur. Aralarında rabıta yoktur. Eski edebiyat şekilperesttir. Fikri sıkı kaidelere bağlamak yüzünden nazım çok şey kaybetti demektedir. Aynı yazının devamında Tevfik Fikret ve Cenâp başta olmak üzere bütün nâzımlar, artık lafızperestliği bırakarak manaya ehemmiyet vermeye başlamışlardır.” [11]
Bu görüşünden de hareketle onda geleneksel beyit yapısının kırıldığını ifade edebiliriz. Mısraı önemsememektedir. Şiirlerinde bir mısradan öbürüne atlayışlar görürüz. Hatta bazı kelimeleri yarıya bölüp bir aşağı satıra indiğini görürüz.
Celâl Sâhir, Servet-i Fünûn döneminin süslü ve zorlama üslubuna sahiptir. Kimi şiirlerinde uzun nesir cümlelerini alt alta sıralar.
‘Sen karşıki odanda hâr u pûr-hayât
Rüyâların mesîre-i şûhunda hande-kâr
Koşmaktasın değil mi? Kamer-nâk ü girye-dâr
Leylin cenâh-ı müphemi altında ben fakat
Keskin bir ıztırâb ile sâhir ü bî-kesim’(27) şiirinde olduğu gibi.
Şairin şiire bakış açısını yansıtan Beyaz Gölgeler’in temsilî şiirlerinden diyebileceğimiz bir şiiri vardır. Bu şiirden sonra onun şiire karşı bir oyun gibi baktığını da ifade edebiliriz.
Şairin Saçları
-Saçların
-Saçlarımla eğlenme
Bırak, onlar nasıl perişânsa
Öyle kalsın ve ihtizaz-ı mesâ
İşleyen her telinde bir nağme.
-Yaramaz gel düzelteyim azıcık
Hepsi aklın gibi dağılmışlar…
-Saçlarım sevgilim, hep böyle yaşar
Onların şiiridir perişânlık…
-Ne uzun!Sanki deste deste leyâl!...
Hele parmaklarım gömüldükçe
Oluyor penbe ellerimde gece.
‘O kadar çok siyâh değil,kumrâl
Yumuşak bir şeb-i muhabbet ki
Ağlıyor leblerinde tazeliği…’(haziran 1901,117) Bu şiirde üslubu içten ve canlıdır. Hayatına ve şiir anlayışına dair izler taşır.
Servet-i Fünûn şiirinin özelliklerinden biri de şiirin istenilen yerde kesilmesidir. Bu özellik Celâl Sâhir’in şiirinde de görülür. Üslubunda bir farklılık olduğu şiirleri okunduğunda sezilir.
‘Sen karşıki odanda hâr u pûr-hayat
Rüyâların mesire-i şuhûnda hande-kâr
Koşmaktasın değil mi? Kamer-nâk ü girye-dâr
Leylin cenâh-ı müphemi altında ben fakat
Keskin bir ıztırâb ile sâhir ü bî-kesim(27)’
Kimi şiirlerinde mısralar yarım kalmıştır.
‘Sulandı gözleriniz..yoksa ağlıyor musunuz?
-Ne ağlamak mı, derim yok, hayır…fakat yalnız…(223)
b.Vezin:
İlk şiirlerinde uzun zaman aruz veznini kullanmıştır. Hece veznine Millî Edebiyat dairesi içine girdikten bir müddet sonra yer vermiş, uzun zaman aruzdan vazgeçememiştir. Beyaz Gölgeler şiir kitâbında hece vezniyle yazdığı şiirler vardır. Sana .Yavrum adlı şiiri buna örnek mahiyetindedir.
Sana Yavrum
Sende benim ilk şiirimsin,kıymetlisin, nazlısın
İsterim ki seni her şey incitmesin, okşasın
Bir gün azıcık gül yüzünü soluk görsem, Nüzhet’im,
Terennüm
Benim o gün yüreğimde solar bütün duygular
Sensiz kalmak…Bu düşünce beni her an hırpalar;
Ben öleyim âh, sen yaşa senin olsun sıhhatim(1904-72)
Artık yetişir girye-i hicrânını dindir;
Mâzîlere bir perde-i pür-kahkaha indir
Bir buse-i gül-fâm ile sevdâmı sevindir.
Şiirim de, hayâlim de, hayatım da senindir…(165)
Terennüm adlı şiiri mef ûlü/ mefâîlü/ mefâîlü/feûlün kalıbıyla yazılmıştır.
Genelde aruzun çok tercih edilen kısa kalıplarını kullanmıştır.
c.Kafiye:
Celâl Sâhir, ‘kulağa göre- göze göre kafiye’ tartışmaları durulduktan sonra şiire başlamıştı..Servet-i Fünûncuların kulak kafiyesini benimseyen şairin dağarcığını zengin olarak nitelemek münkündür.[12]
Muterizlerime şiiri kulak için kafiye anlayışına uygundur.
Muterizlerime
-Dâima Dâima kadınlıktan
Bahs edersin bize muhîtînde
Başka şey parlamaz mı? Hep sevdâ
Her şebâb-ı bir inhimâk-ı iyân
Bir güzel dul veya bir kız,
Bir derin hande bir nigâh-ı lezîz
Bir der-âguş-ı ihtizâz engîz,
Nûr-ı mehtâp içinde yapyalnız
Geçen on beş dakikalık nermîn
Bir hayatın hikâye-i şûhu
Asabî, nazlı bir kadın rûhu
İşte mevzûu hep şiirlerinin!
Başka şey yok mu ? Dağ, çiçek,ecrâm
Kuşların mübtekî reşîdeleri
Âsumanın nigâh-ı muğberi
Sana etmez mi bir şiiri ilhâm?
Bir çocuk ruhu..İşte en zengîn
Bir zemîn-i ifade; lâkin sen
Sen onun şîr-i dilfirîbinden
Anlamazsın kadınlı şîr-âgûn
Bir zemîn-i tahayyül istersin
Fakat ey şair-i füsun perver!
Bu kadar dinledik kifâyet eder,
Bizi bıktırdı nağme-i nefsin…
-Bıktın artık demek şiirlerimin
Nesevî, yek-nesâk edâsından,
Hep kadınlarla imtisâsından;
Fakat ey kari’em! Ne istersin?
Yazayım?...
Bir menekşecik meselâ
Yazınız…
-Dinleyin peki:
-Mahmûm
Güneşin taze, muhteriz, masum
Bir küçük bûse-i ziyâsıyla
Münkeşif bir şükûfe-i magmûm
Müncemid bir nüveyre ki zinde
Bir kadın kalbi umk-ı hüsnünde
-Bak şaşırdım, yine kadın diyorum-
Bazı çapkın ve ihtirâs efşân
Mayısın nefhâsıyla dalgalanır:
Sarışın bir kızın nigâhı sanır
Onu gören mutlak uzaklardan!
(Muterizlerime, 73,76)
Kulak için kafiyeyi başarılı kullanan şair göz için kafiyeyi dikkate almış, bu çerçevede şiirler vermiştir.
“Yirmi üç yıl şu hayâtın pür âlâmında
Yaşadım duymayarak neş’e şeb ü şâmında
İşte ömrüm ânât-ı semen-fâmında
Şu mezarın uzanıp sine-i ârâmında”(Bir Kitâbe205)
‘Şükrân ve Şikâyet’ şiiri ise aruzla ama kafiyesiz yazılmış bir şiirdir. Böyle ilginç örnekler mevcuttur. Hatta birbiriyle kafiyelenmeyecek kelimelere de yer vermiş, bazen buna hiç dikkat etmemiştir
Şükrân ve Şikâyet
Verin o elleri takdîse ictisâr edeyim
Dudaklarımla, mâdâm; bir hânde-i hürmet
Olan bu buse-i ma’sûmu af edin siz de.
Fakat ricâ ederim sâhî siz mi işlediniz,
Zavallı resmime zi’net veren bu çerçeveyi
Ki rûh u şûh u kebûdunda bir nezâket var?
Siz ah evet,güzelim mutlaka siz işlediniz
Güzelliğinde ondan sezsiz temessül eden,
Sizin o rûh-ı semânızdan onda bir şey var.(175)
Leyâl-i Sâhiriyyet
Efkârımın şu anda şi’r-i bi-şekil
Halinde hisseder gibiyim ibtisâmını.
Ah onların ben anlayabilsem merâmını
Dinlerdiniz bu hafta perişân ve münfa’il
Pek çok neşideler ki bütün ruhu giryedir(19-20)
d.Nazım Şekilleri:
Celâl Sâhir, şiirlerinde bir çok değişik nazım şekli kullanmıştır. Kullandıklarının büyük bir kısmını Servet-i Fünûn’ûn yaygın söyleyişlerinden almış, bazılarında ise hiçbir şekil kaygısına düşmemiştir.
Divan edebiyatı nazım şekillerinden en çok mesneviyi kullanmıştır. Fakat onun sadece kafiye düzenini almıştır. Hatta şiirin arasına bir mesnevi koyma geleneği onunla başlamıştır. Sevmek, Buselerim, gibi şiirler böyledir.
‘Sâhir, ilk zamanlar Muallin Naci’yi beğenirken, Fransız şiirini öğrenmeye başladıktan sonra, ondan vazgeçerek, tamamiyle Batı’ya yöneldi. Değişikliğe ve yeniliğe karşı olan büyük ilgisi onu her yeni harekete katılmağa zorlamıştır.’[13] Zaten köklü bir eski şiir geleneğine sahip olmayan şair, yeniyi bilmenin avantajı ile hareket etmiştir. Batılı nâzım şekillerinden soneyi kullanmış, Servet-i Fünûn dergisinde ilk sonesini denemiştir.
‘Sone aslında İtalyan şiir türüdür. Daha sonraları Fransa’da da benimsenmiştir. Genellikle üç dörtlük ve bir beyitten oluşmaktadır. Kafiye düzeni şiire ahenkli bir yapı kazandırmıştır. Edebiyatımızda Tevfik Fikret ve Cahit Sıtkı soneler yazmıştır.’ [14]
Sâhir’in Soneyi kullandığı şiirler; Hediye-i Bidâr, Şairin Saçları, Babam’a adlı şiirlerdir.
Babam’a:
Sen şimdi o çöllerde perişân ve mükedder
Bir toprağa kayboldun; o nefhâ-yı siyâhın
Afâk-ı cehiminden esen sıtmalı, kırgın
Rüzgârlar ulur fevk-i mezârında şenâver
ﺍﻔﻮﺍﺝ muhîtât açar kabrine sîne;
Pür hande-i mehtâp ve serâir gecelerde
Envâr kevâkib akarak sath-ı zemine
Eyler gider hatıra-yı ruhûna secde
On üç senedir kalbimin üstünde mükedder,
Öksüzlüğümün ruhu kadar samit ve gamgîn
Bir leyle-yi yeldâ-yı azâb olmada sâkin
Yalnız seni ihsâs ediyor kalbime ekser
Tâ oradaki çöllerden esen nefhâ-i nâr!
Tahzîz ediyor ruhumu bir lerze-i sâr!(64,1900)
Ç.Değerlendirme:
Edebiyatımızda şiirleri nesirleri ve yayıncılığı ile rol oynamış, İstanbul Türkçesi’nin hakimiyetini müdafa etmiş bir şahsiyettir. Modernleşme yolunda şiirde ilk sırada yer almasa da, canlı ve samimi havasıyla şiire renk katmıştır. Onun hareket halinde ve değişime açık mizacı bir çok hareketin içinde bulunmasını sağlamıştır. Biraz karamsarlık sinmiş Beyaz Gölgeler kitabını bu yıllarda yazmıştır. Bulunduğu yerin en önemli şahsiyetlerinden değildir. Kuvvetli ve orijinal bir şair olamasa da hayatının sonuna kadar yazdığı insan olmuştur. Katılmış olduğu faaliyetlerin hepsinin arkasındadır. Belli bir dönemin şairi olmadığı unutulmamalıdır.
Bünyesinde çocukluktan gelen bir şiir terbiyesinin olması, değişimlere açık yapısı, şiir yazabilme yeteneği onun şanslı olduğu taraflardır; fakat derin bir ıstırab duyan bir yapıya sahip olamaması, yaşamının ve hercai tavırlarının verdiği bir havayla şiire oyun gibi bakması geri planda kalmasına sebep olmuştur. Eserin Latin harfleriyle basılmaması anlaşılmasını güçleştiren unsurlardandır.
Fakat Beyaz Gölgeler’in Bir Servet-i Fünûn şiiri örneği olduğu unutulmamalıdır.
PINAR AKPINAR
KAYNAKÇA:
· Akyüz, Kenan; Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul,s.93-107.1995
· Ercilasun, Bilge; Celâl Sâhir Erozan, Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara, 1986, C. 24, S.2, s.109-127.
· Meydan Larousse, Meydan gazetecilik ve Neşriyat, İstanbul,1990, s.454
· Sâhir,Celâl;İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,C.7, İstanbul,1993,s.245-246.
· Sâhir,Celâl; Beyaz Gölgeler,İstanbul Hilâl Matbaası, 1909, Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesi.
· Süleyman, Şahabettin; Celâl Sâhir Bey, Nevsâl-i Millî, 1914, İstanbul, s.244.
· Süleyman, Şahabettin; Tenkit ve Tahlil, Beyaz Gölgeler, Celâl Sâhir Servet-i Fünûn, İstanbul,1909,s.323-325.
· Tağızade,Nesrin; Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Celâl Sâhir Erozan, Ankara, 1988.
[1] Akyüz, Kenan; Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılâp Kitabevi,İstanbul,1995,s.94.
[2] Tağızade,Nesrin;Hacettepe Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü,Doktora Tezi, Celâl Sâhir Erozan, Ankara, 1988,s.80.
[3] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.81.
[4] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.82
[5] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.83
[6] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.145.
[7] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.149.
[8] Süleyman, Şahabettin; Celâl Sâhir Bey,Nevsâl-i Millî,1914,İstanbul,s.244.
[9] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.173
[10]Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.193.
[11] Süleyman, Şahabettin; Tenkit ve Tahlil, Beyaz Gölgeler, Celâl Sâhir Servet-i Fünûn, İstanbul,1909,s.323-325.
[12] Tağızade,Nesrin;a.g.e.,s.210
[13] Akyüz, Kenan; a.g.e.,s.107
[14] Meydan Larousse, Meydan gazetecilik ve Neşriyat, İstanbul,1990, s.454
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder